10 Ağustos 2011 Çarşamba

First Shock (İlk Şok) by Filiz Bastuzel


First Shock

(Published in The Wise Magazine Issue #2, July 2011)

Why is death frightening? Could it be because we do not know where we are going? Maybe the reason behind our fear is a series of scenarios religions have taught us—scenarios written to frighten. Are we frightened because we believe that worms will devour us underground? Is the fear of not being able to see the world we think we love so much? Can it be the fear of not seeing our loved ones again? Or, is it fear of the great unknown?
Whatever the reason we know that this fear of death has been the motivation behind many a human act!
Let’s take a different look. How do you feel about losing someone close to you? Is it more dominant than the fear of your own death? Does it enslave you more?
Has anything ever happened to you outside the “teachings”? Has anything happened to you that you never imagined could happen to you? When faced with a tragedy you are living, have you ever asked yourself “What should I do now? How can I handle this?”
I won’t prolong this more…I will say it straight. Has your son died?
Yes, my son died…“Passed away” sounds too fancy for my ears. He chose the other side and died. ............

for the rest of the article please download the free version of The Wise Magazine Issue 2 from this link:
http://www.thewisemag.com/how-to-read/download-directly/cat_view/2-the-wise-english-version

makaleyi türkçe okumak için, lütfen aşağıdaki linkten The Wise Magazine Sayı 2 Türkçe versiyonunu indirin:
http://www.thewisemag.com/how-to-read/download-directly/cat_view/3-the-wise-turkish-version

Farkındalık Yolunda Bizi Oyalayan 4 Büyük Tuzak Nedir?

 Yazan: Filiz Bastuzel

KENDİNİ BİL! (KNOW THYSELF)*

“Her ne ki ararsan kendinde ara.” (Yunus Emre)

“Kendini bil, bu yolla Tanrılar âlemini de bilirsin. Tanrı’ya ancak kendi çabanla ulaşırsın.” (Pisagor)

“Sen, kendini ufak bir nesne sanırsın, hâlbuki sende koca bir cihan dürülmüştür.” (Hz. Ali)

"Kendinden kendine sefer eyle" (Hz. Mevlâna)

“Kendini Bilen Rabbini Bilir” (Hz. Muhammed)

Dünyanın sonu geliyor, zaman bitiyor, dünya tersine dönecek bilgileri ve mesajları arasında son yıllarda herkes çıldırmış gibi bir eğitimden diğerine koşuyor.  Herkes aydınlanma yolunda habire bilgi üzerine bilgi edinmeye çalışıyor.  Tüm dini kitaplarda dini olmayan kitaplarda da dünyanın bir sonu olduğu yazılı. Tamam son yaklaşırken herkesi bir aydınlanma modası sardı ama aslolan unutuldu gibi o da kendini bilmek kendini bulmak nefsini aşmak.   Herkeste tonlarca kitap, onlarca bilgi var, ama uygulama denince kimsenin vakti yok.  Kimimiz şifacı olma, kimimiz aydınlanma yolunda ne bulursa alıp, dinleyip, okuyup, katılıp tüketiyoruz…  Bu öğrendiklerimizin kaçta kaçını kendi gelişimimiz için alıp uyguluyoruz, günlük hayatımıza kullanıyoruz hiç düşündünüz mü?  Kendimizi ne kadar biliyoruz… İyi yanlarımızı ya da geliştirilmeye açık yanlarımızı ne kadar tanıyoruz?  Bu yeni çağ mesaj bombardımanı arasında hiç durup ben neredeyim? ne yöne gidiyorum? diye aynaya baktınız mı?  
Dünyanın sonu yaklaşıyormuş, Mayıs ayında yargı günü varmış, Pazartesi günü ay bilmem kaçıncı derecedeymiş, dünya sevgi istiyormuş şunu deyin ve bu Cuma 10 dakika meditasyon yapın, Cumartesi günü denizlere sevgi gönderin mesajları arasında şaşırmış kalmış durumdayken, acaba, durup hiç kendimiz hakkında düşünüyor muyuz? Kendimizi bilmeye tanımaya ne kadar zaman ayırıyoruz?
İyi ama ben dünyanın sonu gelecek diye, aydınlanmak için fast food gibi bir çok eğitime katıldım, yerli yabancı sanal gurulardan neler neler öğrendim, ne bilgiler edindim dediğinizi duyar gibi oluyorum…   Aydınlanma yolunda her yerde bir çok kitap, her köşe başında bir çok eğitim artık elimizi uzatıp dokunabileceğimiz kadar yakınımızda.  Peki eğitimden eğitime kitaptan kitaba koşuşturmak bizi bilgeleştirdi mi? Aydınlattı mı? Hayır… Ne yazık ki hayır… 
Bunların tümü sadece ve sadece araçtı kendimizi bilme, kendimizi tanıma ve kendimizi bulma yolunda…   Adı üzerinde işte “Kendini Bil!”.    Kişisel gelişimde ortaya çıkan son moda şifayı bil, bir sürü sertifika al, en ilginç kitabı bul, al, oku, en son kanal bilgisi ne dedi onu öğren, ona inan ve başkalarına e-postayla gönder demiyor ki…  “Kendini Bil” diyor…J
Önemli olan her gittiğimiz eğitimden kalbimize uygun olanları bulup çıkartmak ve onları gerçek hayatın içinde uygulayabilmek.  Farkındalıkla yürümüyorsak, Kendimizi Bilme yolunda ilerlemiyorsak, Aydınlanma yolu dediğimiz yolda karşımıza pek çok tuzaklar çıkabilir.  Asıl önemli olan bunları erken fark edip çok fazla ve uzun süre bunlarda takılmamaktır, oyalanmamaktır.  Yolumuza, kendimizi bilme yolumuza devam edebilmektir asıl amaç.  Diğerlerinin hepsi araçtır farkındalıkla bakmasını bilene…
Bu yolda karşınıza çıkacak ilk tuzak özel bir gruba dahil olmak ya da franchise sistemi gibi yüksek paralarla isim hakkı verilen eğitimlerden birine yakayı paçayı kaptırmak ve maddimanevi sömürülmektir.  Birileri biz “şu”cuyuz “bu”cuyuz denilmeye başladı mı hemen alarm zilleri çalmalı kafanızda.  Hemen orada uzaklaşmalısınız yavaşça.  Yoksa kısa sürede bu Grup psikolojisi sizi ne kadarda özel olduğunuza, seçilmiş bir grubun parçası olduğunuza, birlikte çalışmalar yaparak yükseldiğinize inandırıverir aniden.  Grupta yenilir içilir kalkılır, grup liderine guru sıfatı verilir, birlikten bahsedilir, yargılamamaktan bahsedilir, sevgiden bahsedilir ama bir bakarsınız sohbet döner dolaşır bir süre sonra biz, siz, onlar diye devam etmeye başlar…  Grup içinde de ego çatışmaları ortaya çıkar, siz ya da sizin grup daha çoook yükselmiştir, ama maalesef aydınlanamamış başkaları geride kalmıştır…  Hatta ustayı(!) bile geçmişsinizdir. Bu size yetmez ya ustalığa soyunursunuz ya da daha başka ustalar aramaya başlarsınız…  Tabi bu ustalar daha ziyade yabancı olur, yabancı hayranlığımız vardır ya..    Halbuki bilmeyiz ki bu çok beğendiğimiz kitapları ya da eğitimleri peynir ekmek gibi satan guruların(!), ithal hocaların çoğu sufizmden, tasavvuftan, Rumi’den(Mevlana’dan), Yunus’dan, İbni Arabi’den beslenmiştir… Bize verdikleri onların elinde değişime uğratılmış gerçeğin çok küçük kırıntılarıdır.  Bizim topraklarımızda yeşeren bilgileri alırlar, allar pullar 10 misli fiyata bize geri satar.  Bizde hazine bulmuş gibi o bilgilere bakar bakar dururuz…
İkinci büyük tuzak ise eğitimler, seminerler, şifalar çeşitlemesinde yolumuzu kaybederek koşuşturmaktır.  Egomuza yenilip zaman geçmeden hızla başka başka bilgiler edinip daha da hızla yükselmek diğerleriyle arayı epeyce aşmak isteriz, ama asıl yanılgı burada başlar.  Pek çok eğitim alabiliriz bu kişinin kendi seçimine kalmış bir şeydir, önemli olan okuduklarımızı, dinlediklerimizi uygulamaktır.  Şimdiye kadar katıldığınız eğitimlerden öğrendiklerinizin %25’ini uygulasaydınız hayatınız nasıl da değişirdi acaba… Çok kursa gidilerek aydınlanılmaz, hayata uygulamadıktan sonra bilginin anlamı yoktur.  Aslında kişi fazla bilgiye sığınarak kendini bilmekten kaçmaktadır… Arada bir durup ben ne öğrenmiştim dur şunu bir sindireyim, güncel hayatımda birkaç kez uygulayayım bakalım nasıl değişimlerle karşılaşacağım demeden bir diğer eğitime atlıyorsanız eğitim obezi olmuşsunuzdur vesselam…  Yeni eğitimler, yeni ithal gurular, yeni şifacılar, orta amerikalı şamanlar arar durursunuz yorulmadan. Uygulayıcı olursunuz, masterlık diploması alırsınız, ne uygulama yaparsınız ne de hocalık ama o sertifikayı duvara gururla asmak her şeye değer canım…  Helali hoş olsun verdiğim onca zaman onca 5000$lara dersiniz.  Aradığınız onca yalancı guru, doğrucu şifacı hepsi bir yerlerde yolunuza çıkarlar, siz bilgi dağarcığınızı, onlar da ceplerini doldurur.   Alan memnun satan memnun olur da, kimse yükselmiş olmaz maalesef…
Aslında yakından bakıldığında tüm eğitimler benzer, tüm enerjiler neredeyse birbirinin aynıdır.  Sadece yaklaşım uygulama ve bakış açısında birkaç farklılık görürsünüz.  Birini alıp sadece bir tanesini hayatınıza uygulayabilsek birkaç adım ilerlemek mümkündür belki, ama biz öyle yapmayız.   Benim bildiğim bir enerji terapisti şifacı arkadaş, terapileri yaptığı odasının tüm duvarlarını aldığı eğitimlerin diplomalarıyla doldurmuştu.  Halen de ülkemize her gelen eğitmenden, ne bulursa seçmeden koşup eğitimler almaya devam etmekte. Yakında sanırım, bir diğer nefes terapisti arkadaşım gibi onun da diplomaları artık odasından ofisinin koridorlarına taşacak yakında.
Bir diğer tuzak da ben her eğitime katıldım çok şey biliyorum tuzağıdır.  Önce bir eğitim alırız, derken ikinci eğitim onu izler, devamında da moda olan diğer duyduklarımızı da alıp yolumuza devam ederiz. Hatta bir eğitimde daha önceki eğitimden duyduklarınıza benzer bir şeylere rastlarsak, çok bilen bir edayla “ben zaten bunları biliyorum yeni bir şeyler yok mu” diye keyifle ukalalık etme şansını da yakalarız. Bak boşa gitmemiştir eğitimler, çok bilgili olmuşuzdur da, bunun kime faydası var bilinmez… Önemli olanın her eğitimi bilmek, her kurstan diploma alıp duvarına asmak değil de, birini bile olsa yaşamına uygulayabilmek ve öğrendiklerini sindirip gerçeğe dökmek, hayata geçirebilmek olduğunu, seneler sonra eğitimden eğitime koşmaktan yorulduğunuzda anlarsınız ya da belki hiç anlayamazsınız…   Bir de bakarsınız günleri tüketmişsiniz ama bir arpa boyu yol alınmamış hayatta.  Tabi koşuşturmaktan, aldığımız eğitimde öğrendiklerimizi başkalarına da ballandıra ballandıra anlatmaktan dolayı o kadar meşgulüzdür ki, durup düşünmeye, ben hayatın neresindeyim, ne yöne gidiyorum, şimdi bundan ne öğrendim diye sormaya vakit kalmaz… Oysaki biz eğitimlere başkalarına anlatmak ya da diplomalarımızı başkalarına sergilemek için gitmeye başlamamıştık ki, kendimizi geliştirmek aydınlanmak için gitmeye başlamıştır değil mi?
Farkındalık mı? Farkındalıktan Kaçıp Kanal Mesajlarına Sığınmak mı?
Dördüncü ve bence en güncel tuzak da, şu malum kanal bilgilerine kendini fazlaca kaptırıp gerçek hayattan kopmak ve sevgi böceği olmaktır…J  Kanal bilgileri kum gibi, websiteleri dolusu, sayfalar dolusu, kitaplar dolusu… Tamam kanal bilgisi var da, hangi kanaldan bilmiyoruz…   Temiz su kanalımı, yer altı suyu kanalı mı, yağmur sularının toplandığı kanal mı yoksa kanalizasyon mu?  Bilgiler imden geliyor durup düşünmek lazım tabi.  Bu bir parazit kanal mı, alçak frekans mı, kanalım zanneden kişinin egosunun sesi mi, fark edemez kendinizi kaptırırsanız alın size bir yeni çağ çılgınlığı daha…   Solarası, Mikaeli, Kryonu, Metatronu, Arkturusluları ve daha burada adını sayamadığım pek saygıdeğer diğer ablaların ağabeylerin mesajlarına kanallık yapanlar, her mail grubundan onlarca mesajı bizlere her gün yağmur gibi yağdırmaktayken, nerede, ne zaman durup “yahu dur bir de iç sesimi dinleyeyim, bakalım o ne diyor bana acaba” diye düşündünüz?
Eskiden Cennetin altın anahtarlarını satarlarmış inanç simsarları…  Şimdi yeni moda yeniçağ, altın çağa geçiş ve geçiş öncesinde yapmamız gerekenleri(!) pazarlıyorlar…
Peki ama kim karar veriyor geçiş süresinde ne yapılacağına?   Sıkı durun başka gezenlerden olan uzaylı dostlarımız… Onlar yardım için buradalar! Tamam o zaman nerdeler bizde görelim kendilerini, yooo siz göremezsiniz efendim çünkü çok özel kişilerle temas kurup bize çok özel bilgileri bu muhterem kişiler aracılığıyla yolluyorlar.
Peki muhteremlik mertebesini onlara kim veriyor???
Ya da bu uzaylı iyi kalpli arkadaşlara bizi kurtarma görevini ya da yetkisini ya da iç güdüsünü kim veriyor?
Kanallıkla yazılan kitaplar son 10 yılda katlanarak arttı…
Kanal gruplarının her Salı, her Perşembe her ayın bilmem kaçıncı günü yaptıkları toplantılar silme arttı.  Artık kişiler kafalarını kurcalayan sorular, ekonominin gidişi, aşk meşk meseleleri, yiyeceklerin GDOsunu, ne yesek, hangi maka damacanadan su içsek, hangi dağda yaşasak gibi soruları kanal olan vatandaşlara sorup, davranışlarını onlardan aldıkları “hiçbir şey yapmayın”, “bu hafta şunu yapın, bunu yapmayın” diye mesajlar ve yönlendirmelerle belirler oldular…
Bu eski devirlerde padişahın müneccim başına danışmadan savaşa çıkmaması gibi, bu günümüz Türkiyesi’nde mahalledeki çok bilmiş falcı teyzeye sormadan sokağa adım atılmamasına ya da 6 ay sonrasına lütfen randevu verebilen “astro-nomik viziteli astro-logların” kapısını aşındırmaya benzer bir tat halini almıştır.  En tehlikeli tuzaklardan biri de kanal bilgilerine kendini kaptırmak ve iç sesini duymayı bri yana bırakmak ve nefsini sağaltma çalışmalarını durdurmaktır.
Her hafta internetten mesaj yazanlar. Haftalık hava ve su durumunu spirituel bakış açısıyla değerlendirenler, evet masalsı bir şeyler dinlemek okumak isteyenler için güzel…  Ama buna körü körüne inananlar da var.  Körü körüne inanıp sonrada başkalarına bunu satmaya çalışanlar var…
Elinizi sallasanız Amerika’da her eyalette bolca bulunan Akaşik kayıtlardan, masterlardan, yükselmiş üstadlardan, meleklerden, yüce varlıklardan mesajlar alanlar var(!), şimdi neredeyse Türkiye’de bu modaya uydu ve Amerika’yla yarışır hale geldi… Bizde de artık ya kanal ithal ediyorlar, ya da kendi kanallarını yaratıyorlar….:P
Bu kanallar geçiş sürecinde sürekli olarak yapmamız gerekenlerden bahsediyor bize direktifler veriyorlar.  Şifa yolunda ilerleme, dünyayı şifalandırma vs gibi mesajlar gelip duruyor… Peki başkasını ya da dünyayı şifalandırmadan önce yapmamız gerekenin, kendimizi şifalandırmak olduğunu ne zaman nerede unuttuk acaba???
Kendimizi şifalandıramadan, başkalarını şifalandırmaya nasıl soyunabiliriz ki?
Aydınlanma, bilgelik ya da gelişme yolunda adına ne derseniz deyin Kendimizi Bilmek yolunda öncelikle , tüm bu öğretilerin eğitimlerin ya da verilmeye çalışılan sevgi mesajlarından önce, kendimize sormamız gereken önemli soruları unutmamamız gerekir. Ben kimim? Gerçek realite nedir?  Kendimi gerçekleştirmeden master, şifacı ya da eğitmen olmak, başkalarına hizmet etmek mümkün müdür? 
Tüm duygu, düşünce hislerimin, tepkilerimin, bakış açılarımın farkında mıyım?
Hayatımda farkındalıkla mı seçimler yapıyorum yoksa egomun kontrolü altında mıyım?
Söylediklerimin, ya da körü körüne inandıklarımın farkında mıyım?
Yaşadıklarımın yaptıklarımın farkında mıyım?
Bu karmaşada iç sesimi duyabiliyor muyum?
Kendimi Bilme Yolu Hangisidir?  Cevheri içinde aramak mı, yoksa bir çok uyaranın peşine takılıp dışarıda çılgın gibi koşuşturmak mı?  Bu soruların cevabını birlikte ararken, isterseniz Mevlana’nın bir sözünü de bu vesileyle hatırlayalım:
“Beden dağının içinde mücevher var.  O mücevherin madenini ara!  A yürüyüp giden sufi, gücün yeterse ara. Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara.”                                                                                   Hz. Mevlana
Yazan: Filiz Bastüzel
(SuperNova Temmuz-Eylül 2011 sayısında yayınlanmıştır.)